Mark Lanegan – Gargoyle (2017)

Hazırlayan: Deniz Ekim Tilif

Kimi müzisyenler vardır, taşıdıkları karizmayla ve kişilikleriyle “yaş” kavramından uzakta dururlar. Seslerini sonsuz gençlik pınarında yıkanmış gibi duyarsınız, ama yaşlı bir bilgelik de vardır ruhlarında. Mark Lanegan tam da bu kulvarda duran bir adam oldu bugüne kadar. Hatta daha da ilginci yaşı ilerledikçe simasına öyle bir cengaverlik çöktü ki insan eski ve yeni albümlerini karşılaştırınca şaşırıyor. Bir makalede de değinildiği üzere, doksanların başında grunge ekibi Screaming Trees’in lideriyken sesi asla yaşlanmayacakmış gibi çıkıyordu. 21. Yüzyılın başına geldiğimizde ise karşımıza çıkan vokaller sanki asla genç olmamış birine aitti. O genç, öfkeli çocuğun sesi bundan 20 küsur yıl önce de güçlüydü; ama artık karşımızda neredeyse Tom Waits’vari bir olgunluğa sahip bir yeraltı ozanı var.

Modern müziğin en ayırt edilebilir ve güçlü seslerinden biri Mark Lanegan günümüzde. Vokalindeki ve yaklaşımındaki ağırbaşlılığı yakın zamana kadar korudu. Son 2 albümünde ise o ağırbaşlı tonun yanında içindeki gençlik damarı da kendi gençlik günlerinden daha farklı bir şekilde kabardı diyebiliriz. 2014 tarihli Phantom Radio ile birlikte kendi blues’unun yanında bir de elektronik altyapılara sahip bir sound’u iyice yedirmişti müziğine. 10. solo albüm Gargoyle ise bu yeni anlayışı sürdürüp derinleştirmek üzere geçtiğimiz günlerde aramıza katıldı. Ortaya çıkan şey kusursuz mu, pek sayılmaz. Ama yeterli bir kalitenin altına düşmeyip kendini dinlettiği de kesin.

Albümden önce yayınlanan bir şarkı olan “Beehive” zaten albümün niyetini bize önceden haber vermişti. Stone Roses ve Sisters of Mercy’nin bariton vokalli bir evladı gibi duran bu şarkıyı sevmememiz için hiçbir neden olmamakla birlikte ne kadar orijinal durduğu da tartışılır. Ama ben bunu henüz kendime dert etmiş değilim, albümün ise bu senenin öne çıkan işlerinden biri olduğunu söyleyebilirim. Ki zaten bütün bu yeni sound diyarlarının arkasında yine Mark Lanegan’ın o aşina olduğumuz karanlık, gotik ozanlığı var. Bu kimliği hiçbir güç bozamaz. Açılış şarkısı “Death’s Head Tattoo”nun kasvetli tonu bize pek bir şeyin değişmediğini duyuruyor zaten. Bir kara filmdeki anti-kahramanın romantik yakarışları ağırlığını koyuyor albümdeki şarkı sözlerine. Bu kara filmin ton repertuarı genelde tutarlı olsa da enstrüman kısmı oldukça sürprize açık. “Blue Blue Sea”nin klavyeleri size sahiden denizde süzülme hissi verdiği için güzel bir detay olarak akıllarda kalıyor. Ama esas kahraman elbette Lanegan gibi ozanların esas sevdalısı olan gitarlar. Hepsinin üstünde ise Lanegan’ın o eşsiz atmosferik sesi, albümü giderek daha fazla sevmemizi sağlayan unsur oluyor.

Mark Lanegan kariyerinde hangi ilhamın peşini kovalarsa kovalasın kendi farkını ve kalitesi ortaya koyacak bir müzisyen. Hal böyle olunca Gargoyle da kariyeri içinde bir köşe taşı olarak istediğimiz zaman uğrayabileceğimiz bir durak olmuş. Yeni bir Bubblegum arıyorsanız onu burada bulamayacaksınız, ama Bubblegum’ı yaratan gücün taşıdığı ilhamın izlerine her yerde rastlayabilirsiniz. Kim bilir, belki Lanegan’la tanışıp hayran kalmanız da bu albüm sayesinde gerçekleşecektir. O halde yeni bir ozanla kaynaşmaya hazır olun. “Yaş” konusuna gelince, kısa vadede hakikate ulaşacağız gibi görünmüyor. Gençlik pınarına ulaşmanın sırrı doğru şekilde yaşlanmakta yatıyordur belki de.