Byzantion Fest #5: Yolun sonu değil yolda ne olduğu önemli

Hazırlayan: Tuğçe Yapıcı

Umutsuzluğa düşmeden eylemlerini sürdürmek, her halükarda bir çıkar yol bulunabileceğine ve kolektivizmin gücüne inanmak… Bu saydıklarımın iyi bir örneği olan Tight Aggressive kolektifinden Alper Erkut ile 18 Haziran’da Burgazada Cennet Bahçesi’nde beşincisi gerçekleşecek olan Byzantion Fest‘i konuştuk. Aynı zamanda Byzantion Records & Shows ile İstanbul’da çok sayıda yabancı grubun konserini gerçekleştiren, Foton Kuşağı ve Indefinite Time Period gruplarından da tanıdığımız Alper Erkut Byzantion Fest #5’te organizasyona Peyote‘yi de dahil etmiş. Alternatif müzik sahnesinde hem müzisyen hem de organizatör olarak emek harcayan Alper’in bağımsız müzik camiasında teoride ve pratikte ne tür tezatlar ile dinamikler gözlemlediğini merak ettiğim için kısa bir “bağımsız müzik nedir, ne değildir” tartışmasına da yer verdik.

Seninle geçen seneki Byzantion Fest#3 için de röportaj yapmıştık Alper, o zamandan bu yana Byzantion Records and Shows neler yaptı? Artık bir mekanınız ve stüdyonuz da var. Tight Aggressive’in Yeldeğirmeni’ndeki mekanında sergiler, yabancı gruplarla Peyote’de konserler vs. derken yoğun bir sene geçirdiniz.

O zamandan bu zamana pek bir şey değişmedi aslında. Bildiğin üzere bu ülkede bazı şeyler çok yavaş ilerliyor ve çoğu zaman gerçekleştirdiğiniz şeylerin size geri dönüşü umduğunuz ya da düşündüğünüz gibi olmuyor. Geri dönüş derken maddi anlamda bir geri dönüşten ziyade manevi anlamda bir geri dönüşten bahsediyorum. Birtakım nitelikli işlerin peşinde koşan insanların gitgide sindiğini, tutkularını yitirdiğini gözlemliyorum kişisel olarak. İnsanlar mutsuz ve gün geçtikçe daha da çaresiz bir halde bireyselleşip yalnızlaşıyorlar. Bunların nedenlerini kafası çalışan herkes biraz olsun görebiliyor fakat görmek bazı şeyleri değiştirmek için yetersiz kalıyor çoğu zaman. Harekete geçmek ve aktif olarak yapabildiğimiz şeyleri yapmaya devam etmemiz gerek belki de… Byzantion Records, bağımsız bir plak şirketi olma konusunda henüz bir adım atmadı. Henüz hiçbir gruba fiziksel bir ürün basmadık. Bir süre daha böyle devam ettikten sonra kaset basmaya başlayacağız… Shows kısmında ise Amerika’dan Sheer Mag, yine Amerika’dan Toby Driver, Fransa’dan Heavy Heart, Traverse yine Fransa’dan Totorro, Wank for Peace gibi gruplara konser düzenledik. Önümüzdeki aylarda ise; Almanya’dan Deadnotes, Hırvatistan’dan Neon Lies, Fransa’dan Tromblon ve Finish Me adlı gruplar İstanbul’da çalacaklar. Yeni sezonda belki birkaç sürpriz organizasyon ve Kadıköy’de hafta sonları için konser serileri gerçekleştirebiliriz. Tight Aggressive mekanının içerisindeki müzik stüdyosunda butik konserler gerçekleştirmek, bu konserlerin videosunu çekmek, çalan müzisyenlerle röportaj yapmak ve bu bilgileri ileride çıkaracağımız neşriyatın içerisine eklemeyi planlıyoruz. Gücümüz ve enerjimiz yeterse plan çok…

Ben de giderek daha fazla umutsuzluk gözlemliyorum. Kendi adıma imkanlar ne kadar kısıtlanırsa kısıtlansın her zaman başka bir şeylerin yapılabileceğine, bildiğimiz alıştığımız yollar dışında yeni yollar bulunacağına inanıyorum. Bu yüzden de en sık duyduğum laflardan biri “sen fazla iyimsersin” olmaya başladı. Neden şikayet etmek ve atalete düşmek tek çıkar yolmuş gibi bir algı oluştu sence?

Dünya genelinde böyle bir algı var bence. Modern insan suni tekno-medeniyetin sınırlarını zorlayadursun önceden içinde yaşadığı geleneksel şartların evrilmesi ile bambaşka durumlara adapte olmaya çalışırken bu durumlara ayak uydurmakta zorlanıyor gibi görünüyor. Bu durum aynı zamanda jenerasyonumuz ile de alakalı olabilir. Bundan sonraki jenerasyonlar belki de bu izole bireyselleşmeyi daha basit bir şekilde içselleştirebilir. Toplumdaki bireylerin bireyselleşip, mutluluklarını tüketim araçlarında bulması, kolektif işlerden kaçınması, en kötüsü de bu işlerin büyüsünü değersizleştirip trollemesi tam da şu anda içinde yaşadığımız dayatılan tüketim toplumu mühendisliğinin ekmeğine yağ sürmekte. Açıkçası bu noktada sanatın da diğer yön verici unsurlar gibi bilinçli şekilde birleştirici perspektif getiremediğini düşünüyorum fakat bu konu tamamen başka bir tartışmanın içeriği olabilir.

18 Haziran’da Byzantion Fest #5 için hep beraber bir Burgazada çıkartması yapacağız.  Geçenlerde Taner Öngür Cennet Bahçesi’ndeki ses sisteminin iyileştirildiğini yazmıştı. Sen gidip gördün mü, mekanda ne gibi değişiklikler olmuş?

Mekanda pek bir değişiklik yok. Biz (Tight Aggressive, Peyote) bu sefer, bu organizasyon için bütün ekipmanı kiralayıp adaya ulaşımını sağlayacağız. Yani oraya gelenler bu sefer bir öncekine nazaran çok daha iyi bir müzik şölenine tanıklık edebilecekler. Mekanda değişiklik olarak menüde farklılıklar göze çarpabilir. Bu organizasyon için Cennet Bahçesi tamamen vegan bir menü hazırlayacak. Bu menüde hayvansal hiçbir gıda kullanılmayacak. Bu açıdan baktığımızda belki de ilk defa böyle bir müzik organizasyonunda böyle bir durum hayata geçiyor olacak.

Bu sene line-up’ta yer alan grupları neye göre seçtiniz? Sanırım hiçbirinin herhangi bir label ile çalışmıyor olmasına özen göstermişsin. Bunun sebebi nedir, belli bir çevreye dahil olmadığı için kendilerine kolaylıkla sahne bulamayan gruplara mı yer vermek istedin?

Byzantion Fest’lerin tamamında şu ana kadar farklı tarzlarda 30’a yakın grup ve DJ yer aldı. Bu grupların dışında daha önceden Byzantion Fest’lerde yer almayan grupları seçtik. Bunun yanında herhangi bir plak şirketiyle sözleşme imzalamamış grupları tercih ettik. Bu noktada “bağımsız müzik” denilen olguyu tekrardan sorgularken bulduk kendimizi. Bağımsız müzik herhangi bir plak şirketiyle anlaşmayıp MESAM ya da buna benzer bir kuruma üye olmayan gruplar mıydı? Yoksa gerçekten bunlarla da hiçbir bağı olmayan, kendi ürününü basan, kendi kendine yetebilen müzik grupları mıydı? “Bağımsız” tanımını yaparken aslında yapamazken bazı kurum ve kuruluşlara bağımlı olan gruplara yer verip o gruplara bağımsız demek “bağımsız” dediğimiz kelimenin kelime anlamında bir tezat oluşturmayacak mıydı? Bu tezat oluşturabilecek kavramlar bir yana dursun o bağımlı bu bağımsız diye ayrım yapacak durumda olmadığımızı söylemek isterim. Bu ve buna benzer nitelikli üretimleri yapan insanlar birleşmeli, kendilerini geliştirmeli, üretmeye ve beraber olmaya devam etmeli. Gördüğünüz üzere şartlar gün geçtikçe daha da içinden çıkılmaz bir duruma doğru evriliyor. Bu yüzden sevdiğiniz insanlara sarılın, onlara sıkı sıkı tutunun ve birbirinizin yaptığı nitelikli işlere değer verip bunları söylemekten, açıklamaktan, övmekten çekinmeyin. Ayrışma ve bireyselleşme beraberinde yalnızlığı, üzüntüyü ve umutsuzluğu getiriyor. Algılarda ki pozitif dönüşümler direnişin en kuvvetli yapı taşlarından biri olabilir, tabii eğer önemseyen birileri kaldıysa…

Söylediklerinden çoğu kişi gibi senin de bu konuda kafanın karışık olduğunu anlıyorum. Hem bu tür bir ayrım yapmanın lüzumsuzluğunu belirtip hem de line-up seçimlerini yine plak şirketleri veya labellar ile çalışmayan tamamen self-release oluşumlardan yana kullanmışsın. Ayrım yapacak durumda olmadığımızı belirtirken ayrım yapmışsın aslında, yanılıyor muyum?

Evet, tezat derken buna benzer kafa karışıklıklarından bahsediyordum aslında. Bağımsız müzik nedir? Kime göre ya da neye göre bağımsızdır? Bağımsız müzik nasıl olur da beni herhangi bir kurum ile yüz yüze getirip o kurumun benden para talep etmesine önayak olabilir? Acaba bağımsız denilen şey gerçekte alternatif müzik midir? Eğer öyleyse gerçekten bağımsız olan gruplara ne demek gerekir? Bir örnek ile açıklayayım; geçen sene Byzantion Fest 3 sırasında tarafıma gelen bir e-postada MESAM adlı kuruluşun benden o organizasyon için metrekare başına para talep etmesi. Onlara organizasyonun ücretsiz ve tamamen bağımsız?!? gruplarla yapılacağını söylediğimde, “Tamam, öyleyse size %50 indirim yapabiliriz”?! demeleri gibi. Açıkçası bu tarz kurum ve kuruluşlarla uğraşmak istemiyorum. Ne kadar uzak o kadar iyi. Kendileri çalıp kendileri söyleyebilirler, beni etkilemiyor. Ayrıca bu line-up’ın gerçek bağımsız gruplardan oluşması duruma olası ve tartışmaya açık bir bakış açısı sunuyor. Yani demek istediğim şey; bu bağımsız ya da şu bağımsız demek yerine ortaya konulan bu bakış açısı bu kavram hakkında kafa yoranların tekrar düşünmesi bakımından farkındalık yaratıyor.

Bağımsız müzik kavramının dönüşüme uğradığı bir dönemde kendini ifade edebilmek için “gerçek bağımsız”, “tamamen bağımsız” gibi yeni kavramlar üretmek zorunda kaldığını görüyorum. İşin diğer yönü de çoğunlukla “bağımsız müzik sahnesi” diye tabir ettiğimiz alternatif camianın kendi içerisindeki dinamikler. Teoride kavram karmaşası yaşayan bağımsız müzik camiasında pratikte ne tür sorunlar gözlemliyorsun?

Aslında yeni bir kavram üretmedim ve herhangi bir grubun ifade edildiği gibi bağımlı ya da bağımsız olmasıyla ilgilenmiyorum. Sadece kelime anlamındaki bağımsızlığın yani dilimizin yetersiz kalışından dolayı ortaya çıkan bağımlılığının sınırlarını bilmek istiyorum. “Bağımsız” derken nasıl bir bağımsızdan bahsediyoruz? Yani 2+2= istenildiği takdirde 5 mi ediyor ve bunun hatlarını kim ya da hangi kişi ve kurumlar belirginleştiriyor? Bu konuda merak içerisindeyim, resmi yazışmalar bana göre değil. Umarım kendileriyle göz göze, diz dize anlaşırız bir gün. Teoride kavram karmaşası yaşayan bağımlı müzik camiası üzülerek ve açıkça söylemek gerekirse pratikte türcü, kolonici, çevreci. Hâlâ hardcore, punk, tavrı olan, politik seslere sırf kulağa sert geliyor diye omuz silkiliyor, benimsenmiyor, bunun yanında o tarz konserlere gelebilecek kitle başkalaştırılıyor. Tabii ki o kitlenin de kendi içerisinde birtakım sorunları mevcut ama değişim çoğu zaman kabullenme ile başlamakta. Size şunu söylemek isterim ki gerçek bağımsız müzik var ise o gruplar da hardcore, punk grupları oluyor teoride. Belki biraz basit ya da altı farklı parametreler ile doldurulabilecek bir örnek olacak fakat hiçbir punk grubunun Babylon’da, Doritos sponsorluğunda, bilet başı 50 liraya çaldığını göremezsiniz. Ayrıca gözlemlediğim bir diğer konu aynı ya da benzer tarza yakın olan gruplar birbirleriyle çalmıyorlar ve garip bir şekilde birbirlerinden uzak duruyorlar. Örnek; The Away Days & In Hoodies. Bu iki grup da kendi seviyelerince şu anda birçok başarısı ve tecrübesi olan nitelikli gruplar fakat bir konserde onları beraber göremiyorsun. Amerika’nın herhangi bir eyaletinde bir grup bir demo çıkardıktan sonra o grubun arkadaşları o grubun demosu hakkında güzel düşünce, fikirlerini beyan etmekten çekinmiyor. Yazıyorlar, çiziyorlar, sentezliyorlar, kendi arkadaşları sahnedeyken onları izleyip onların heyecanını sahne önünde paylaşıyorlar. Kusura bakmayalım fakat kendimizi çok saçma sapan yerlere koymakta üzerimize yok. Bu noktada kendimi ayırmıyorum tabii ki fakat bence önemli olan yolun sonunda ne olacağı değil yolda ne olduğudur. Bir şeyleri değiştirebilmek için her zaman umut var, gelin birleşelim.

Byzantion Fest #5’te sahne alacak gruplardan kısaca bahsetsene yine. Geçen senekileri pek tatlı tanıtmıştın, bu senekileri de senden bir dinleyelim istiyorum.

Line-up’tan bahsedeyim… Saat 16:00 gibi Fanikedi gerçek adıyla Zeynep Çetinel festivalin açılışını yapacak. Fanikedi’yi ilk kez Bant Mag.’ın gerçekleştirdiği Demonation Fest’te görmüştüm. Çok samimi biri olmasının yanında tekniği ve sesi bence çok çok iyi. Türkçe söz yazmanın her zaman zor olduğunu düşünürüm, o bu işi çok iyi yapıyor ve gitar çalış tarzıyla fark yaratıyor. Umarım çalmaya ve kendini geliştirmeye devam eder. Singer-songwriter tarzında kendi yaşıtlarına örnek olabilecek kapasiteye sahip. İkinci olarak Lopenstraat çalacak. Lopenstraat bence şu anda Kes ile beraber Türkiye’de kendi müziğini üreten en kaliteli ekiplerin başında geliyor. Onlar için antik seslerin ardındaki bilinmezliğin gizemi tanımını kullanıyorum. Canlı performanslarını dinlediğinizde sanki doğaçlama çalıyormuşçasına kendilerini anın büyüsüne kaptırıveriyorlar. Antik sesler grubu standart bir post-rock grubundan daha gizemli ve farklı bir alana taşıyor. Grails, Mercury Program tarzı büyülü, tarz sahibi grupları dinleyip sevenler ne demek istediğimi anlayacaktır. El Topo festivalin üçüncü grubu olarak sahne alacak. Chopstick Suicide’dan tanıdığımız Yağız Erdemir bu grupta çalıyor. Kendilerini enstrümental metal olarak tanımlamanın yanı sıra araba kazası olarak nitelendiriyorlar. Onları canlı olarak iki defa izledim ve dedikleri kadar varlar. Keskin geçişler, melodik gitarların komplike davullarla birleşmesi onları standart bir metal grubundan daha farklı bir noktaya taşıyor. Festivalin en sağlam performans sergileyecek gruplarından biri olacağına dair hiç şüphem yok. El Topo’dan sonra Tecelli ile biz sahne alacağız. Tecelli, In Between’den Emre Aksoy, Lopenstraat’tan Emre Öztürk ve benim yer aldığım, Tight Aggressive stüdyosunda hayata geçmiş bir müzik grubu. Açıkçası şöyleyiz, böyleyiz diyemeyeceğim. Ne çaldığımızı ben de pek bilmiyor ve anlamıyorum. Herhangi bir şeye yeni bir soluk getirdiğimizi falan da iddia etmeyeceğim. Merak ediyorsanız dördüncü grup olarak çalacağız, bekleriz. Beşinci grup olarak The Kilink sahne alacak. The Kilink 2003 yılında İzmir’de kurulmuş bir rock grubu. Bünyesinde Palmiyeler’den Tarık Töre ve Mertcan Mertbilek, The Away Days’den Anıl Atik bulunuyor. Sanırım ilk defa 2004 ya da 2005 yılında Sarpanita’da izlemiştim onları. Efsane bir konserdi, abartmayayım fakat içeride 150-200 kişi vardı sanırım. Cemiyette Pişiyorum roket gibi çalıyordu. Kilink de aynı şekilde. O konseri hiçbir zaman unutmayacağım. Islandman‘i ilk defa canlı izleyeceğim ve heyecanlıyım. Battles tarzı bir müzik icra ediyorlar anladığım kadarıyla. Pek içerisinde yer aldığım bir müzik tarzı değil fakat onları canlı izlemek keyifli olacaktır. Gecenin sonunda yetenekli müzisyen arkadaşım Berk Çakmakçı, Age Reform adlı projesiyle bu güzel gecenin kapanışını gerçekleştirecek.

Geçtiğimiz sene festival ücretsizdi, bu sene biletler ön satışta 30, kapıda 40 TL bildiğim kadarıyla. Geçtiğimiz sene yüksek bir katılım yakalanmıştı, giriş ücreti olması katılımı etkileyecek mi sence?

Geçtiğimiz sene festival ücretsizdi. Gruplar organizasyondan para talep etmedi, ses sistemi kiralanmadı ve yetersiz bir ses sistemi mevcuttu. Bu sene kiraladığımız ekipmanlarla yeterli ses sisteminde kaliteli müzik dinleyeceğiz, sanatçılar biletten gelir elde edebilecek. Girişin ücretli olması katılımı elbette etkileyebilir fakat her durum kendi içerisinde bir bedel ödemek zorunda. Sponsor desteği olmayan bu festivalde -ki giderleri karşılamamız gerekiyor- ileride gerçekleştirmeyi düşündüğümüz planları hayata geçirebilmek için desteğe ve kaynağa ihtiyacımız var. Dolayısıyla da insanların katılımına ihtiyacımız var. Herkese şimdiden iyi eğlenceler dilerim.

Byzantion 5